29 Ekim 2009 Perşembe

edebiyat ve kalan günler

Bugün ortak arkadaşımız ayşegül ün tavsiyesiyle Enis Batur'un "kara mizah antolojisi" kitabını edindim. Senin de bahsettiğin Enis Batur eserlerinden biri. Askerlik görevini tamamlaman için geri kalan sayılı zamanında bu kitaptan alıntılarla güncelleyeceğim bu pek değerli blogu. Askerdeyken plakalara düştüğümde o ilden birini bulup memleketi hakkında sorular sorup hikayelerini anlatmasını isterdim oldukça eğlenceli olurdu. Belki sen de deneyebilirsin. Böylece içinde bulunduğun ortamın gerçeğini kavramak yerine yalnızca bir sonraki günü hedefleyerek zamanı daha kolay geçirebilirsin.
İlk alıntım kitabın Can Yücel bölümünden bir şiir:

Müzmin Bir Şaire
Bir Beyaz Rustan kapmış
Bir Tepebaşı otelinde Şiiri
Gayrı ne permanganat ne antibiyotik
Bir akıntıdır gidiyor sittin senedir
Gözünden yaş geliyor su dökerken bile

Belini doğrultmak için Türk Şiirinin
Çekiyormuş bu çekilmez çileyi,
Yoksa çaldığı gibi başından büyük bir taşa
Kırarmış çoktan
Pelikan marka dolmakalemini

Bakarak bu Çağdaş ve de Çağdaş Şaire
Hiç de zührevi değilmiş meğer Zühre!

CAN YÜCEL

26 Ekim 2009 Pazartesi

HepYek!..

Sevgili Yekta, belki sen orada saymıyorsun amma burada sayanın bol... sayı sürüleri geçiyor doğuya doğru..  Kafamın hiç basmadığı hileli Holywood filmi sayılar gibi.. o sayıların küçüğüne aklım eriyor ancak.. diyor ya karagöz bana bu kadar sayı yeter diye, öyle işte..

hep yek.. çoğu gitti azı kaldı... tek kalır, hiç kalmaz..

sağlıcakla..

90 az esas 30 çok

Matematiğin bile farklı bir mantığı var lan. Yine de kaç kere daha sıçacağını, kaç kere cuma bakımına gireceğini, kaç kere çarşaf değiştireceğini, tıraş olacağını, kar küreyeceğini, doldur boşalt yapacağını, banyoyu, çarşıyı, her şeyi sayıyor insan. Başkasının şafağını sayan bir ordu insan var.

ŞAFAK MONOLOĞU
- Kaç sayıyon şimdi sen? 73. (Gözler kısılır) Bak 20 gün sonra sen 53 dicen. Rize. Ben daha yüüüüz yirmii dört... Olur mu, yüz yirmi üç dicem. Tabi. Sen gittikten 20 gün sonra ben bu adamı da gönderiyom. (Kısa bir sessizlik) Gükhân'a aha böyle borum var ama. Şşş Gükhân bak şafağın geçiyor. (Akşamüstü kışla çöplüğünden havalanan yüzlerce karga işaret edilir). Ahahaha. Zoruna gidenin borusuna gitsin...

ÇAY(küfürlü)

- Çay oldu mu kankiie?
- Yoh daha suyu yeni koydum.
- Bi bardak çıkar kaaardeşşine. Depoların ordan geldik taa.
- Yoh olum la allahalla. Suyunu çekmedi daha. Çay bozulur. Zati bir bardak sana versem daha da o da gelicek. Ona verdin bana da ver kanki dicek. Ne dicem ondan sonra?
- Olum yokuş yapma, kantine gelirsin sonra...
- Ne yokuşu amını soktumun yerinde. Aha da bak. Suyunu çekmedi daha!

- Olum amlı götlü küfür etme lan, adam evli...
- Cins cins gonuşmasın o da! Biz ona mı küfür ettik.

- Poğaça versene kanki.
- Salim’e ayırdım kanki. Adam nöbetten gelicek...
- Bi tane ver be kanki.
- LAaaaaaağğolum bıraak. Allahalla parayla mı verdiler lan sizi.
- Geçen benim poğaçayı verdin ama.
- Ben mi verdim amına koyim, Ferhat verdi. Bi de toprağın olacak.
- Olum bu gece nöbetçi Zeki başçavuş. İştimada şikayet edicem!
- La siktir git kime şikayet edersen et! (Arkasından seslenerek)

- Noldu lan taşşak mı bastı, ehehehehe.
- Bu şafaktan sonra isterse bölükçüye çıksın amunakkoyim. Haftaya yarın alırsın poğaçanı. Sikimde olmaz. Ben halıya basarken, çayını da içersin, poğaçanı da yersin.

- Şşş kanki... Çay var mı?



Baba yatar, şafak atar.
Kolay gelsin moruk.

24 Ekim 2009 Cumartesi

yazamıyorsam bi sebebi var

yazmıyorum cünkü;
yazdigim her şey ferdi tayfur'un kaleminden çıkmış gibi duruyor. vuslatla başlıyor, özlemle bitiyor. aradaki hasret kelimeleri hiçbir uyağa uymuyor.
neyi neyi toplasam hep sensin, neden neyi çıkarsam hep ocak 17'i.
bir sokak kedisinin kapıcının çöp saatini beklemesi gibi bekliyorum.
duygusal bir miyavlama çıkıyor mac'in klavyesinden.
yazıyorum, siliyorum.
bekliyorum.
tamam. bunu silmiyorum.

15 Ekim 2009 Perşembe

yekkeee common yek ke yyekkeeee :P

13 Ekim 2009 Salı

95


12 Ekim 2009 Pazartesi

10 Ekim 2009 Cumartesi

şa-fuck doksan8

sayfanin sonundaki zımbırtı

tıpkı bir kedinin çalışan çamaşır makinesini seyretmesi gibi,
oyun oynarken birbirlerini seyreden esentepeliler gibi,
yorgun gözlerle creative director'unun tasarımında yaptigi degisiklikleri izleyen zavalli bir art gibi,
evinin balkonundan çaktırmadan mahalleliyi gözetleyen sabri bey gibi,
sabah programını coskuyla seyreden teyzeler gibi
sayfanin sonundaki zımbırtıyı seyredebilirim.
evet sevgili kocacım,
gibi gibiyim, gibi gibiyim.
bu gece sıkıcı bir gün doğarken sarkisi gibiyim :)

9 Ekim 2009 Cuma

100 iyi numaradır

sevgili yektacim, ben bunlari yazarken sen 98 sayiyo olacaksin belkim, bu da iyi, cunki 2 gun daha gecmis demektir :)) bu vakitten sonra pisikolojik midir bilinmez daha hizli gecer zaman taa kii son aya kadar. son ay biraz yavas geciyo soylemesi ayip :P Askerden once bana hayatindan 1 gun daha kisaldigi halde buna sevinecegin tek yer askerlik deselerdi sanirim buna inanmazdim. ilk defa bunu askerde duydum ve patlatmistim kahkahayi. Ahaha, yazarken bile guluyorum :))

bu zaman ayrica, senin artik oraya iyice uyum sagladigin daha rahat oldugun ve de tabiri caizse daha cok eglenmeye basladigin ve tatini cikarabilecegin zamanin baslangicidir. En azindan benim icin oyleydi :))

bi bakmissin bitmiss. hadi selametle...

ibo :)

8 Ekim 2009 Perşembe

its the final countdown...

ooooooOOOOOooooooğğğoooğğoooo.. the final countdown...!

ha gayret yek'im..

99

Artık çift haneliye düştük. hasretle bekliyoruz. herkesin anlatacak bişeyleri var. benim de en çok senin değerli analizlerine...
burcu

yektaaaa

teknoloji özürlüsü arkadaşın sonunda tüm çabalarla buraya girip yazı yazabiliyo.. ama sanma ki bu özür geri saymaya engel..
100 - 99 - 98 ....... 3 - 2 - 1 ve burdasın işte..
seni özledik, özlerken çok plan da yaptık önümüzdeki yaz, önümüzdeki hayatla ilgili..
öptüm seni kocaman!!

100:)




100 Days, 500 miles

Çimen topla benim için....

YÜZ

YÜZ

Yüz iyidir
Van'da ovalar düz degildir.
Yekta yüzdü yüzdü kuyruguna geldi.
hooppp askerlik bittiverdi.














100 (number) - wikipedia

100 (one hundred) (Roman numeral C, for centum) is the natural number following 99 and preceding 101.

100


Hundred might be:
  • Hundred (word), a word typically meaning the number 100
  • Hundred (administrative division), a mostly obsolete geographic subdivision
  • Hundred Days, aka Waterloo Campaign
  • Hundred, West Virginia
  • Hundred, a song in the album How to Save a Life by The Fray
  • Hundred, the name of the hundredth episode of One Tree Hill (TV series), named after The Fray's song

One Hundred

Böyle de berbat kelime oyunları yaparım. Benim 100 günüm kaldığında bütün koğuşa çay ısmarlamıştım ve plakalara düşmeye 19 gün kalmıştı. O da ayrı bir kırılma ani tabii. Elimde bir Türkiye haritası vardı plakalara düştüğümde. Düzce'den geriye doğru her gün birini karalamıştım.

Tezkereyi aldığımda ise aydınlık bir şafağa ve kapkara bir Türkiye'ye ulaşmıştım.

asker saati casio


sevgilim, pek değerli kocacim, yekim
tam tamina 100 gün sonra burdasın.
yaşasın!

5 Ekim 2009 Pazartesi

van’da geçen savaş filmleri

iyi ki sinema var, dopey hazırlıksız yakalanmadı...

apocalypse now (1979) – dopey bu filmi ilk kez altı yaşında izlediğinde “you're in the asshole of the world, captain!” cümlesinin askerlik hayatına bu kadar uyabileceğini düşünmemişti herhalde…film van’da kendini tanrı ilan eden walter kurtz’un peşinden göl etrafına yollanan captain willard’ın hikayesini anlatır…

paths of glory (1957) – ölüme giden taburlar. filmin bi yerinde general askerleri için “if those little sweethearts won't face german bullets, they'll face french ones!” der. van-tekler asayiş noktasında geçen film jandarma erlerin dramını güzelllce anlatır. kader bu ki dopey’nin askerliği oralara düşmüştür.

full metal jacket (1987) – eğitimlerini van’da alıp vietnam’a giden mehmetçiğin hikâyesidir bu film. hartman isimli eğitim çavuşu hababam mangasının canına okur falan filan.

the great escape (1963) – van’da çekilmiş en güzel savaş filmi. göl etrafındaki alman hapishanesinden kaçmaya çalışan türk erlerinin hikayesidir bu. dopey çocukluk yıllarında izlediği bu filmden sonra “cooler king (steve mcqueen)” karakterine o kadar hayran kalmıştır ki, büyüyünce beysbol seven ve motosiklet kullanan bir gence dönüşmüştür.

saving private ryan (1998) – van’da düşman topraklarında esir kalan er ryan’ı kurtarmaya çalışan bir grup askerin hikayesidir bu. dopey filmi izlerken o kadar gaza gelmiştir ki filmin sonuna doğru sinemada ayağa kalkıp “hepimiz ryan’ız” diye haykırmıştır.

all quiet on the western front (1930) – yanlış anlaşılmasın, başkalarının batı cephesi, güzelim ülkemizin doğu cephesi olabilir pek tabii. van’da çekilmiş en gerçekçi savaş filminde güzelim ülkemizi işgal etmeye gelen tü-kaka askerlerin hazin öyküsü anlatılmaktadır.

the deer hunter (1978) – savaşın ortasında geçmese de sıkı bir savaş filmidir. De niro, kore savaşından van’daki evine dönmüş michael’ı oynar. ebru’nun meryl streep’e olan benzerliği göz önüne alınırsa bu hikayeyi yakın bir zamanda tekrar göreceğimizi ön görebiliriz.

the pianist (2002) – savaştan kaçıp van’a sığınan kanun ustası wladyslaw szpilman’ın hikayesini anlatır. dopey’nin adrien brody benzerliğini es geçmemek gerek.

Tayinim Hoth'a Çıktı Dememeli!!!




















yakında...